1945 yılında doğan Che Guevara, aynı kadere sahip olacağını farz ederek Türkiye’de doğsaydı ve Türk olsaydı ne olurdu? Bu sorunun cevabını o günün konjonktürünü de ele alarak varsayımsal yorumlamaya çalışalım. Sizlerinde yorumlarınızı en altta yer alan yorum bölümünden göndermenizi istiyoruz.
Che Guevara, muhtemelen 1928 yılında Türkiye’de doğmuş olsaydı, ülkenin toplumsal ve siyasi koşulları nedeniyle muhtemelen benzer bir devrimci yola adım atardı, ancak Türk siyasetine özgü engellerle karşılaşacağı kesindi diyebiliriz. Che’nin Latin Amerika’daki anti-emperyalist, sosyalist düşünce yapısını Türkiye’nin o dönemki konjonktürü içinde değerlendirmek için birkaç temel döneme bakmak faydalı olur.
Çocukluk ve Gençlik Yılları (1928-1948)
Che, Türkiye’de dünyaya gelseydi, 1930’lu ve 1940’lı yılların zorluklarıyla büyürdü. Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını henüz geride bırakmış, Atatürk’ün reformlarını hayata geçirme sürecindeydi. Türkiye’de Latin Amerika gibi koloniyal bir sömürge tarihi olmamakla birlikte, büyük bir modernleşme ve dönüşüm süreci yaşanıyordu. O dönem Türkiye’de sol ve sosyalist fikirler toplumda çok sınırlı bir alanda ifade bulabiliyordu. Özellikle savaş sonrası dönemde, dünyada yükselen ideolojik çatışmaların etkisi Türkiye’de de görülmeye başlanmıştı.
Che’nin gençlik yılları, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de geçerdi. Ülke, savaş yıllarında ekonomik olarak yıpranmıştı ve halk sınıfı arasında yoksulluk yaygındı. Bu, Che gibi bir karakterin toplumsal eşitsizliklere duyarlı olmasını sağlayabilirdi. Öğrencilik yıllarında, fakir halk sınıflarının yaşadığı zorlukları ve modernleşme çabalarının getirdiği dengesizlikleri fark ederek daha adil bir toplum yaratma fikrine ilgi duyabilirdi.
Devrimci Fikirlerle Tanışma ve 1950’ler Türkiye’si
1950’de Che, 22 yaşına geldiğinde Türkiye’de Demokrat Parti (DP) iktidarda olacaktı. DP, halkın büyük desteğiyle iktidara gelmişti ancak anti-komünist ve Batı yanlısı bir politikayı benimsemişti. Latin Amerika’da ABD emperyalizmine karşı gelişen devrimci hareketler gibi Türkiye’de de Batı karşıtı ve anti-emperyalist düşünceler bazı çevrelerde kendini göstermeye başlamıştı. Ancak DP yönetimi bu tür sol eğilimli hareketlere pek sıcak bakmıyordu.
Che bu dönemde Türkiye’deki yoksul köylü sınıfı ve işçi sınıfı ile ilgilenebilirdi. Sosyalist fikirlerle tanışarak devrimci hareketlere katılmak isteyebilir, fakat bu tür faaliyetler Türkiye’de sıkı denetim altındaydı. Yine de Che, Türkiye’nin kırsal bölgelerinde yoksul köylülere yardım ederek onların sorunlarını dinleyen bir figür hâline gelebilir ve toprak reformu, işçi hakları gibi konuları gündeme getirebilirdi. Ancak DP’nin özellikle komünizme karşı sert duruşu, Che’nin Türkiye’de devrimci fikirlerini yaymasını zorlaştırırdı.
1950’lerin Sonunda Muhalefet ve 27 Mayıs 1960 Darbesi
Che’nin 1950’lerin sonlarına doğru, Türkiye’deki siyasi baskılar ve toplumsal eşitsizlikler nedeniyle daha radikal bir duruş sergilemesi muhtemeldi. Demokrat Parti’nin baskıcı politikaları, özellikle basın ve muhalefet üzerinde yoğunlaşmış, üniversite gençliği arasında da ciddi bir tepki doğmuştu. Türkiye’de öğrenciler arasında filizlenen muhalif hareketlere katılarak belki devrimci bir lider hâline gelebilirdi.
Ancak 27 Mayıs 1960 askeri darbesi, DP iktidarını sonlandırdı ve Türkiye yeni bir anayasa sürecine girdi. Bu süreçte ordu, kendini Türkiye’nin koruyucusu olarak konumlandırdı. Che gibi devrimci figürler bu dönemde baskı altında tutulabilir, hatta tutuklanabilirdi. Ancak, yeni anayasa ile sosyal haklar, sendikal haklar ve ifade özgürlüğünde gelişmeler yaşandı. Bu süreç, Che için sol hareketlere daha fazla katılma fırsatı yaratabilirdi.
1960’larda Türkiye’de Devrimci Hareketler
1961 Anayasası’nın sağladığı görece özgürlük ortamında, Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi sosyalist partiler ortaya çıktı ve sol hareketler canlandı. Ancak, aynı dönemde Türkiye, Batı bloğu içinde kalmaya devam etti ve sol görüşler yine de “tehlikeli” olarak algılandı. Che Guevara, Türkiye’de bu dönemde aktif bir sol lider hâline gelirdi; Türkiye İşçi Partisi veya öğrenci hareketleriyle dayanışma içinde olup Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ve işçi sınıfının hakları için mücadelesini sürdürürdü.
Che, 1968 hareketi sırasında öğrencilerin öncülüğünde başlayan eylemlere de katılabilir ve gençleri devrimci hareketler etrafında birleştirerek Türkiye’de güçlü bir devrimci lider olarak öne çıkabilirdi. Türkiye’deki sağ-sol çatışmalarının yoğun olduğu bu yıllarda, muhtemelen sol hareketlere ilham veren bir figür olurdu. Ancak bu durum, devlet tarafından da tehdit olarak görülmesine yol açabilirdi.
Che’nin Türkiye’deki Muhtemel Sonu
Türkiye’de Che’nin radikal devrimci fikirleri, devletin yoğun baskılarına maruz kalırdı. Özellikle 1971 yılında yaşanan askeri muhtıra ile sol görüşlü kişiler, devrimci gençlik hareketleri büyük bir baskıya uğradı. Che de Türkiye’de yaşasaydı, bu baskılar karşısında tutuklanabilir veya daha sert bir sonla karşılaşabilirdi. Türkiye’deki sol hareketlerin baskı altında olması ve devletin anti-komünist politikaları, Che’nin mücadelesini daha da zorlaştırırdı.
Che Guavera Türk Olsaydı Solun Geleceği Ne Olurdu
Deniz Gezmiş ve arkadaşları 1940’ların sonunda doğmuş ve 1968 hareketiyle birlikte öne çıkmışlardı. Che Guevara ise Türkiye’de doğmuş ve bu dönemde devrimci bir lider olsaydı, Deniz Gezmiş gibi isimlerle etkileşime girebilirdi ya da ardından onlara bir yol bırakabilirdi.
Che’nin Latin Amerika’daki mücadele tecrübeleri ve idealleri göz önüne alındığında, etnik temelli değil, daha geniş kapsamlı, sınıf temelli bir sol hareketin lideri olarak ortaya çıkması olasıydı. Türkiye’de, 1960’ların ve 70’lerin sosyalist hareketleri çoğunlukla sınıfsal eşitsizliklere ve anti-emperyalizme odaklanmıştı. Türkiye’de devrimci gençliğin çoğu zaten emperyalizm karşıtı, işçi ve köylü haklarını savunan bir sosyalist çizgiyi benimsiyordu. Daha sonra Kürt ve diğer etnik grupların ırkçı ve milliyetçi solunu enjekte eden Batı güçleri, zaten dünyanın farklı bölgelerinde olduğu gibi Türkiye’de de etnik temeller üzerinden ayrışmayı teşvik edebilecek stratejiler izliyordu.
Türkiye’de sol hareket, özellikle 1980’lere doğru ayrışmalar yaşamaya başladı. Batı’nın, Türkiye’de etnik temelli bir Kürt solunu desteklemesi ve Kürt milliyetçiliğine dayalı bir sol hareketin gelişmesini teşvik etmesi, sol ideolojinin etnik kökenler üzerinden kutuplaşmasına yol açtı. Che’nin duruşu, milliyetçi ve etnik temelli değil, sınıfsal bir temelde olacağı için bu tür ayrışmaları reddederdi. Bu da onu, etnisiteye dayalı sol hareketlerden ayrıştırır ve tüm Türkiye halklarını hedefleyen bir mücadeleye yönlendirirdi.
Che’nin, Kürt milliyetçiliği temelinde gelişen sol ideolojilere mesafeli durması, ona belki de bazı çevrelerde karşıtlık yaratabilirdi elbette. Ancak bu Türkiye’nin en azından bir kesimi için daha birleşik, emperyalizm karşıtı bir sol hareket olmasını da sağlayabilirdi. Örneğin, Yılmaz Güney gibi Kürt kimliği üzerinden mücadele eden solun karşısında Che’nin mücadelesi, solun itici olarak görülmesinin yanı sıra Türkiye’de daha birleştirici bir sol söylemin önünü açabilirdi.
Özetle Che’nin Türkiye’deki Konumu
Che Guevara, Türkiye’de doğup büyüseydi, toplumun yoksul kesimlerini savunarak devrimci bir lider olarak öne çıkabilirdi. Ancak Türkiye’nin Batı yanlısı duruşu ve sol hareketlere karşı sert tutumu, Che’nin mücadelesinin önündeki en büyük engel olacaktı elbette. Belki üniversiteler ve işçi hareketleri içinde bir halk kahramanı olarak tanınır, fakat devlet baskısı altında tutuklanır, sürgüne gönderilir ya da öldürülebilirdi. Öte yandan, Che’nin radikal idealleri Türkiye’nin 1960’lardaki gençlik hareketlerine büyük bir ilham kaynağı olabilirdi; Türkiye’nin bağımsızlık ve adalet mücadelesinde, Che önemli bir sembol olarak hatırlanabilirdi.