En İyi Yönetim Biçimi Hangisi

İnsanlık, yönetme arzusuyla birlikte kan dökmeye de başladı. İlk çağlarda toprak için savaşan kabileler, Orta Çağ’da din adına birbirini kılıçtan geçiren krallıklar, modern dönemde ise “ulus” ve “ideoloji” uğruna milyonları ölüme gönderen devletler… Haçlı Seferleri’nden Otuz Yıl Savaşları’na, Cengiz Han’ın istilalarından sömürgeci katliamlara kadar tarih, iktidar hırsının yol açtığı yıkımlarla doludur.

Tarih boyunca insanlık, farklı yönetim biçimleri denedi. Her ideolojinin karşıt bir ideolojisi oldu; hatta at nalı teorisine göre, aşırı uçlar birbirlerinin aynısıydı. Komünizm ile faşizm, farklı kutuplardan gelmelerine rağmen, tek parti diktatörlükleri ve kitlesel şiddetle benzer sonuçlar doğurdu. İdeolojik fanatizm, soykırımlara, savaşlara ve baskı rejimlerine yol açtı. Fransız Devrimi’nin jakoben teröründen Nazi Almanyası’nın Holokost’una, Stalin’in Büyük Temizlik’inden Ruanda Katliamı’na kadar tarih, yönetim biçimlerinin yanlış uygulanmasının bedelini kanla ödeyen örneklerle dolu.

Tek Kişi Yönetiminin Tehlikeleri

Monarşi, diktatörlük veya otokrasi gibi tek kişinin hakim olduğu sistemler, gücün merkezileşmesiyle birlikte yozlaşmaya açıktır. Lord Acton’ın dediği gibi, “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.” 

Roma İmparatoru Caligula’nın deliliği, Hitler’in Führer prensibiyle milyonları katletmesi, Stalin’in karşı görüşe ait milyonları kat etmesi veya Saddam Hüseyin’in korku imparatorluğu, gücün tek elde toplanmasının nelere yol açabileceğinin kanıtıdır. Platon, “Devlet” adlı eserinde tiranlığın en kötü yönetim biçimi olduğunu savunur, çünkü tiran, halkın çıkarını değil, kendi ihtiraslarını tatmin eder.

Günümüzde hâlâ krallıklarla veya dinî otoriteyle yönetilen ülkeler, eşitsizliğin ve adaletsizliğin en katı örneklerini sergiliyor. Şeriatla yönetilen Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei gibi devletlerde, krallar ve yönetici elitler kendilerini yasaların üstünde görürken, halk katı kurallara tabi tutuluyor. Bu ülkelerde “kural, koyan için geçerli değildir” anlayışı hüküm sürüyor. Bunun dışında totaliter rejimin sonuçları gereği, basın özgürlüğü yok, muhalifler hapse atılıyor. Kadın hakları kısıtlı, araç kullanılması yasak, kadınların istediği kıyafeti giyinmesi yasak, velayet ve miras hukukunda erkekler lehine ağır eşitsizlikler var. İşçi hakları tanınmıyor, kölelik benzeri koşullarda çalıştırılan vatandaşlar ve göçmenler var.

Demokrasi: İdeal mi, Kusurlu Bir Sistem mi?

Demokrasi, halkın kendi kendini yönettiği bir sistem olarak tanımlanır. Ancak bu sistem de eleştirilerden muaf değildir. Sokrates, demokrasinin cahil çoğunluğun yönetimi haline gelebileceğini söyleyerek eleştirmişti. Tocqueville, “çoğunluğun tiranlığı” tehlikesine dikkat çekmiş, John Stuart Mill ise azınlık haklarının korunması gerektiğini vurgulamıştır. Günümüzde popülizm, seçim manipülasyonları ve temsili demokrasinin yavaş işleyişi, demokrasinin krizini gözler önüne seriyor.

Anarşizm: Devletsiz Bir Dünya Mümkün mü?

Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” sözüyle şekillenen anarşizm, tüm otoriteyi reddeder. Devletin olmadığı bir toplumda insanlar özgürce örgütlenebilir, sömürü ortadan kalkabilir. Ancak Bakunin’in bile kabul ettiği gibi: “Düzen nasıl sağlanacak?” Somali’de devletin çöküşüyle başlayan kaos, anarşizmin pratikteki zorluklarını gösteriyor.

Modern Çağın Gizli Efendileri: Oligarşi

Bugün demokrasiyle yönetildiğini iddia eden pek çok ülkede, gerçek iktidar bir avuç elitin elinde. Rusya’da silovikler, ABD’de finans-bürokrasi kompleksi, Çin’de Komünist Parti’nin teknokratları… Oligarşi, demokrasinin kabuğu altında varlığını sürdürüyor. Pareto’nun dediği gibi: “Tarih, seçkinlerin mezarlığıdır.” Ama bu seçkinler, yerlerini yeni seçkinlere bırakmaktan hiç vazgeçmiyor.

Kapitalizm ve Tekno-Kapitalizm: Eşitsizliğin Yeni Yüzleri

Tarih boyunca yönetim biçimleri kadar ekonomik sistemler de toplumsal adaleti belirledi. Kapitalizm, “bırakınız yapsınlar” felsefesiyle başlayıp küresel bir sistem haline geldi. Ancak bu sistem, vaat ettiği refahı herkese eşit dağıtmadı. Marx’ın *”Kapital”*de vurguladığı gibi, kapitalizm doğası gereği eşitsizlik üretir:

  • Servet yoğunlaşması: Dünya nüfusunun %1’i, küresel servetin %44’üne sahip (Oxfam 2023).
  • Sömürü mekanizması: İşçi sınıfı emeğinin karşılığını alamazken, sermaye sahipleri kârı katlar.
  • Piyasa tiranlığı: Temel ihtiyaçlar (sağlık, eğitim) bile metalaştırılır; parası olan yaşar, olmayan sefalete mahkûm edilir.

21. yüzyılda kapitalizm yeni bir evreye girdi: Tekno-kapitalizm.

Google, Amazon, Meta gibi şirketler, devletlerden daha fazla güce sahip. Kişisel verilerimiz, “dijital emek” adı altında pazarlanıyor. Shoshana Zuboff’un “Gözetim Kapitalizmi” dediği bu düzende, insanlar ürün değil, ham madde haline geldi. Bir avuç şirket, yapay zekâ, bulut bilişim ve iletişim altyapısını ele geçirerek küresel gücü tekelleştiriyor. Elon Musk’ın serveti, 160 ülkenin GSYİH’sını aşıyor. Teknoloji sektöründeki çalışanlar lüks içinde yaşarken, Afrika’daki kobalt madeni işçileri kölelik koşullarında çalışıyor.

Kapitalizmin savunucuları, “zenginler zenginleştikçe herkes refahtan pay alır” iddiasını (Henry Ford’un “yüksek ücret” teorisi) tekrarlar. Ancak bu teori çökmüştür ve gerçekler farklıdır;

  • Trickle-down economics yalanı: 1980’lerden beri uygulanan bu politika, ABD’de en zengin %1’in gelirini %300 artırırken, orta sınıfın geliri durgun kalmıştır.
  • Bazı e-ticaret firmalarının vergi kaçırma stratejileri, devlet okullarının ve hastanelerin bütçesini çalar.
  • Fosil yakıt şirketleri (Exxon, Shell), kâr uğruna iklim krizini görmezden geldi; bedelini yoksul toplumlar ödüyor.

    Erdemli Yönetim: Aristoteles’in İdeal Devleti

    Aristoteles, “Politika” adlı eserinde en iyi yönetimin, erdemli yurttaşların katılımıyla mümkün olacağını savunur. Ona göre, yöneticilerin bilge ve adil olması şarttır. Meclisler, anayasalar veya seçim sistemleri ne kadar mükemmel olursa olsun, yöneticiler erdemli değilse sistem çöker. Çin filozofu Konfüçyüs de “Li” (ahlaki düzen) kavramıyla benzer bir görüşü savunur: “Yöneticiler doğru davranırsa, halk da doğru yolu izler.”

    Lidersiz, Katılımcı ve Çoğulcu Bir Sistem

    En iyi yönetim biçimini bulmak ne kadar zor olsa da toplumun tamamının sürece dahil olduğu, azınlık haklarının korunduğu, çoğunluğun dayatmacılığına izin vermeyen bir sistem olması gerektiğini söylemek mümkün olabili. Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” gibi, bireylerin özgür iradesiyle şekillenen, ancak kolektif aklın üstünlüğüne dayanan bir yönetim en adil seçenektir.

    Bir gerçek vardır ki, 100 kişilik bir toplumda 99 kişi bir yönde, 1 kişi farklı düşünüyorsa, o tek kişinin hakkı da 99 kişininki kadar değerlidir. Çünkü adalet, çoğunluğun değil, herkesin hakkını korumaktır. Hannah Arendt’in dediği gibi, “Gerçek politik özgürlük, farklı olma özgürlüğüdür.”

    Uygulama da ise güçlü denetim mekanizmalarının kurulması ve katmanlara ayrıştırılması, yönetimi güçlü kılacak faktörlerden biridir.

    Kaynakça:

    • Platon, Devlet
    • Aristoteles, Politika
    • Tocqueville, Demokrasi Amerika’da
    • John Stuart Mill, Özgürlük Üzerine
    • Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları

    Önerilen makaleler

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir