Kapitalizm, özel mülkiyetin ve serbest piyasa ekonomisinin temel alındığı bir ekonomik sistemdir. Kapitalizmde, üretim araçları (fabrikalar, makineler, toprak vb.) özel bireyler veya şirketler tarafından sahip olunur ve işletilir. Ekonomik faaliyetler arz ve talep yasalarına göre düzenlenir ve devletin ekonomi üzerindeki müdahalesi sınırlıdır.
Temel Özellikler:
- Özel Mülkiyet: Üretim araçlarının bireysel mülkiyeti.
- Piyasa Ekonomisi: Mal ve hizmetlerin fiyatları, arz ve talep dengesi ile belirlenir.
- Rekabet: Firmalar arasında serbest rekabet.
- Kâr Motivi: Ekonomik faaliyetlerin ana hedefi kâr elde etmektir.
- Sınırlı Devlet Müdahalesi: Ekonomik faaliyetlerde devletin rolü minimum düzeyde olmalıdır.
Kapitalizmin kökenleri, Orta Çağ’ın sonlarına doğru Avrupa’da ticaretin artmasıyla başlamıştır. 16. yüzyılda, özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte 18. ve 19. yüzyıllarda modern kapitalizm ortaya çıkmıştır. Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” (1776) eseri, kapitalist düşüncenin temel taşlarından biridir. Smith, serbest piyasa ekonomisinin, rekabetin ve bireysel girişimin ekonomik refahı artıracağına inanıyordu.
Emperyalizm, bir devletin diğer devletler veya halklar üzerinde siyasi, ekonomik veya askeri egemenlik kurma politikasıdır. Emperyalizm genellikle güçlü devletlerin zayıf devletler üzerinde hakimiyet kurarak onların kaynaklarını, ekonomilerini ve politikalarını kontrol altına alması şeklinde görülür.
Temel Özellikler:
- Sömürgecilik: Güçlü devletlerin zayıf devletler üzerindeki kontrolü ve sömürüsü.
- Askeri Güç: Egemenliği sağlamak için askeri güç kullanımı.
- Ekonomik Egemenlik: Diğer ülkelerin ekonomilerini kontrol etme ve onlardan ekonomik çıkar sağlama.
- Kültürel Hegemonya: Egemen devletin kendi kültürünü, dilini ve değerlerini yayması.
Emperyalizmin kökenleri, antik çağlara kadar uzanır. Roma İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi antik imparatorluklar, geniş topraklar üzerinde egemenlik kurmuşlardır. Modern emperyalizm ise 19. yüzyılın sonlarında, özellikle Avrupa devletlerinin Afrika ve Asya’yı sömürgeleştirmesiyle belirginleşmiştir. Bu dönemde sanayileşmiş ülkeler, hammadde ihtiyaçlarını ve yeni pazar arayışlarını karşılamak için sömürgecilik faaliyetlerini artırmışlardır.
Kapitalizm ve Emperyalizm Arasındaki İlişki
Bazı teorisyenler ve tarihçiler, kapitalizmin ve emperyalizmin birbirlerini tamamladığını ve kapitalist ekonomilerin emperyalist politikalarla güçlendiğini savunmaktadır. İşte bu bakış açılarını detaylandırarak açıklayabiliriz:
Marxist Perspektif
Karl Marx ve Friedrich Engels gibi Marxist teorisyenler, kapitalizmin doğası gereği emperyalist olduğunu savunmuşlardır. Bu perspektife göre, kapitalist sistemdeki sürekli büyüme ve kâr arayışı, sermayenin genişlemesi için yeni pazarlar ve hammaddeler arayışına yol açar. Bu da emperyalizmin temel nedenlerinden biridir. Lenin’in “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” (1917) adlı eserinde, emperyalizmin kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu olduğu ve kapitalist ülkelerin ekonomik olarak daha zayıf ülkelere hükmetme eğiliminde oldukları belirtilmiştir.
Ekonomik Bağımlılık Teorisi
Ekonomik bağımlılık teorisi, gelişmiş kapitalist ülkelerin, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler üzerindeki ekonomik kontrolünü vurgular. Bu teoriye göre, gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelerin doğal kaynaklarını ve iş gücünü sömürerek kendi ekonomik büyümelerini sürdürebilirler. Bu durum, az gelişmiş ülkelerin sürekli bir ekonomik bağımlılık ve yoksulluk döngüsünde kalmasına neden olur.
Dünya Sistemi Teorisi
Immanuel Wallerstein tarafından geliştirilen dünya sistemi teorisi, dünya ekonomisini bir bütün olarak ele alır ve kapitalizmin küresel düzeyde nasıl işlediğini açıklar. Bu teoriye göre, dünya ekonomisi merkez, yarı-periferik ve periferik bölgeler olarak üçe ayrılır. Merkez ülkeler (genellikle gelişmiş kapitalist ülkeler), yarı-periferik ve periferik ülkelerin kaynaklarını ve emeğini sömürerek ekonomik olarak daha güçlü hale gelirler. Bu, kapitalist sistemin emperyalist eğilimlerini destekleyen bir yapıdır.