Türklerin Orta Asya kökenli olduğu tezi, uzun yıllar boyunca Türk tarih yazımında baskın bir görüş olarak kabul görmüştür. Ancak günümüz bilimsel araştırmaları, bu anlatının bazı çelişkiler içerdiğini ve farklı bir perspektiften incelenmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Türklerin “Orta Asyalı” olduğuna dair tez, hem genetik hem de antropolojik açılardan ele alındığında bazı paradokslarla karşılaşıyor.
Biyolojik Değişim ve Fiziksel Özellikler Paradoksu
Geleneksel anlatıya göre, Orta Asya’dan gelen Türk kavimleri, çekik gözlü, geniş yüzlü ve belirgin fiziksel özelliklere sahip bir topluluktu. Ancak antropoloji ve biyoloji, belirli bir coğrafyada yaşayan insanların fiziksel özelliklerinin binlerce yıl içinde çevre koşullarına uyum sağlayarak değişebileceğini ortaya koymaktadır. Yani, çekik göz gibi karakteristik özelliklerin iklim, güneş ışığı ve diğer çevresel faktörlere bağlı olarak zamanla değişmesi mümkündür (Boyd, R. & Silk, J. B., 2003). Ancak 1071’de Anadolu’ya yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’nden bu yana geçen yaklaşık 1000 yıllık süre, bu tür büyük değişimler için oldukça kısadır. Bu süre, fiziksel özelliklerin tamamen değişmesi için biyolojik olarak yetersizdir ve bu durum Orta Asya kökenli oldukları tezinin geçerliliğini sorgulatmaktadır.
Boyd, R., & Silk, J. B. (2003). How Humans Evolved. W. W. Norton & Company.
Geleneksel tarih yazımı, Türklerin Orta Asya’dan başlayarak İran, Kafkasya ve Anadolu’ya doğru göç ettiklerini öne sürer. Ancak bu anlatının, modern arkeolojik bulgularla ve genetik çalışmalarla desteklenip desteklenmediği tartışmalıdır. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nden yapılan genetik araştırmalara göre, Anadolu’daki Türklerin genetik yapısında Orta Asya kökenli unsurlar mevcut olsa da, bu oran sanılandan çok daha düşük çıkmaktadır. Çalışmalar, Anadolu halkının büyük ölçüde yerel genetik mirasa sahip olduğunu göstermektedir (Lazaridis et al., 2016).
Anadolu’daki Yerel Genetik Yapı ve Kültürel Etkileşim
Anadolu’da yapılmış olan genetik araştırmalar, bu coğrafyadaki halkın büyük oranda yerel bir genetik mirasa sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan geniş çaplı bir genetik çalışmada, Anadolu’daki halkların genetik yapısının büyük ölçüde Batı Asya, Doğu Akdeniz ve Avrupa’ya dayandığı gösterilmiştir (Lazaridis et al., 2016). Bu sonuçlar, Anadolu’nun, Orta Asya kökenli göçlerle değil, burada zaten mevcut olan yerli halkların genetik mirası ile şekillendiğini öne sürmektedir.
Bu bağlamda, Anadolu’da yaşayan Türklerin kökeninde; Hititler, Frigler, Yunanlar, Romalılar gibi eski Anadolu halklarının genetik izleri bulunabilir. Genetik ve kültürel anlamda “Anadolu Türkü”, Batılı bir genetik yapıya daha yakın olup, Avrupa ve Akdeniz coğrafyasıyla yoğun etkileşim içindedir. Özellikle Ege ve Marmara bölgelerindeki genetik analizler, burada yaşayan halkın daha çok Yunan, Romalı ve diğer Akdeniz milletlerine benzediğini göstermektedir (Cinnioğlu et al., 2004).
Anadolu’ya gelen Türk kavimlerinin, burada bulunan Bizans, Ermeni, Kürt ve diğer yerli halklarla yoğun bir kültürel alışveriş ve kaynaşma süreci yaşadığı bilinmektedir. Tarihçi Peter B. Golden, Anadolu’ya gelen Türk kavimlerinin, yerleşik halklar tarafından kültürel olarak dönüştürüldüğünü ve yerel yaşam tarzlarına adapte olduklarını vurgular (Golden, 2006). Bu, Türklerin Anadolu’da kendilerine özgü bir Anadolu Türk kültürü geliştirdiklerini göstermektedir.
Arkeolojik Bulgular:
Anadolu’daki erken Türk yerleşimlerine dair arkeolojik kazılar, bu bölgede yerleşmiş toplulukların yaşam biçimleri hakkında yeni bilgiler sunmaktadır. Özellikle Selçuklu dönemine ait buluntular, Orta Asya etkisinin yerel Anadolu kültürleriyle harmanlanarak özgün bir yapı ortaya çıkardığını göstermektedir. Bazı kazılar, Orta Asya’dan göç eden Türklerin Anadolu’daki yerleşik toplumlarla uyum içinde yaşamaya başladığını ve göç teorisinin öne sürdüğü gibi geniş çaplı bir göç dalgasının olmadığını düşündürmektedir (Redford, 2014).
Türkler Orta Asya’dan Gelmedi
Antropolg Timuçin Binder’in Türklerin kökenlerinin Orta Asya’dan gelmediğini öne süren tezi, farklı bir bakış açısını tartışıyor ve yaygın inanışı sorguluyor. Binder, Türklerin Orta Asya’dan doğrudan bir kökene sahip olmadığı, bunun yerine farklı bölgelere yayılan ve etkileşimde bulunan bir etnik yapının parçası olarak tarihsel bir yolculuk gerçekleştirdiklerini savunuyor. Bu bakış açısı, Türklerin kökenlerinin daha karmaşık ve çok katmanlı olduğuna dikkat çekiyor. Bu perspektif, Türklerin etnik kimliğinin şekillendiği yerlerin çok daha çeşitli olduğunu ve tarihsel süreçlerin bu kimlik üzerindeki etkisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor.
Anadolu halkının kökeni üzerine yapılan karşılaştırmalar, özellikle genetik ve kültürel veriler incelendiğinde, bu halkın genetik olarak Yunan halkına daha yakın olduğunu gösteren bazı bilimsel bulgulara işaret etmektedir. Bu teoriyi gözlemek için özel bir bilim insanı olmanıza gerek yoktur, çünkü genetik özelliklerin milletlerarası karşılaştırmalarla gözlemi oldukça açık sonuçlar doğurabilir. Genetik araştırmalar, Anadolu’nun eski halkları ile Yunan halkları arasındaki benzerlikleri, tarihi göçler ve etkileşimler ışığında daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle, 2010’larda yapılan bazı genetik çalışmalar, Anadolu’nun eski yerleşimlerinden gelen halkların genetik izlerinin, Yunan halklarıyla benzerlik gösterdiğini ortaya koymuştur.
Bu sav Türklerin aslında Yunan olduğu anlamını taşımamalı, taşısa bile Mongollara ve Çinlilere kıyasla daha cezbedici ve inandırıcı olmalı fakat tarihten gelen çekişme ve yaratılan düşmanlık kavramları insanların düşüncelerinin ve inançların şekillenmesinde rol oynuyor. Çok uzatmadan, Türklerin ne Yunan ne de Asyalı kökenine dayatılmasından çok, hem Yunanlıların hem de Asyalıların Anadoluya gelmeden önce çeşitli kavimlerin de olduğu unutulmamalıdır.
Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Anadolu’nun Tarihsel Bağlamı
Mustafa Kemal Atatürk’ün öne sürdüğü Türk Tarih Tezi, Türklerin yalnızca Orta Asya’dan gelmekle sınırlı bir geçmişe sahip olmadığını, Türk kimliğinin farklı coğrafyalarda yaşayan çeşitli kültürel gruplarla etkileşim içinde geliştiğini savunur. Bu tez, Türk kimliğinin Anadolu coğrafyasında kadim bir tarihe ve köklü bir kültüre dayandığını öne sürerek, Orta Asya kökenli göç teorisinin sınırlarını aşan bir perspektif sunar. Ancak, Türklerin Orta Asya’dan geldiği tezi, 1930’lardan itibaren müfredata girerek, ulusal kimliğin belirgin bir unsuru olarak geniş ölçüde kabul edilmiştir.
Orta Asya göçü tezi, tüm Türk kimliğini ve kültürel mirasını Orta Asya’ya dayandırmak yerine, Anadolu’nun zengin tarihsel bağlamında daha kapsamlı bir şekilde değerlendirilmelidir. Asyalı kökenine dayandırılsa da Anadolu coğrafyasında birçok topluluk, aynı şekilde Yunan kökenine dayandırılsa bile Anadola’da yine Yunanlılardan önce birçok topluluğun yaşadığı unutulmamalıdır. Bu Türklerin kendine özgü bir oldğu anlamını değiştirmez. Sonuç olarak, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ettikleri iddiası, Anadolu’nun kadim halklarının ve tarihsel geçmişinin etkisini dışlamadan daha geniş bir perspektif ile incelenmelidir.
- Lazaridis, I., et al. (2016). “The genetic structure of the world’s first farmers.” Nature, 536, 419–424.
- Cinnioğlu, C., et al. (2004). “Excavating Y-chromosome haplotype strata in Anatolia.” Human Genetics, 114(2), 127–148.
- Golden, P. B. (2006). An Introduction to the History of the Turkic Peoples. Wiesbaden: Otto Harrassowitz.
- Redford, S. (2014). The Archaeology of the Frontier in the Medieval Near East: Excavations at Gritille, Turkey.
- https://www.haberturk.com/polemik/haber/47097-turkler-orta-asyadan-gelmedi